25 Nisan 2013 Perşembe

Usta siyasetçi, usta kalem Ali Naili Erdem’den

Usta siyasetçi, usta kalem Ali Naili Erdem’den
Prof. Dr. İSA KAYACAN
            Siyasette usta, yazdıkları, yayınladıklarıyla usta, konuşma sanatında en üstte bir başka usta, Sanayi, Çalışma ve Milli Eğitim eski Bakanlarından Ali Naili Erdem’in “Hazreti Pir Mevlana Okyanusundan bir damla” başlıklı, adlı konuşmasının satırları arasında mini bir gezinti yapmak istiyorum:
            Sayın Erdem; “Onbirinci yüz yılın ortalarında yeni bir yurt bulmak için Orta Asya’dan Anadolu’ya akanlar, Türkistan’dan geçerken, Ahmet Yesevi adlı gönül erinin hikmet dolu sözlerini de beraberlerinde götürüyorlardı” diye söze başlıyor.
            Ali Naili Erdem’in 12 sayfalık konuşmasının satırları arasından aldığımız cümleler şöyle sıralanıyor efendim:
            1-  Hazreti Pir Mevlana Moğol istilasının taş taş üstüne bırakmadığı Konya’ya göç ettiği zaman, çaresizlik içinde kıvrananlar, Tanrıdan sadece huzur istiyorlardı.
            2- Böylesine elim ve muzdarip ortamda, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli birer Allah dostu olarak şifa kaynağı oldular. Bu gönül sultanlarından Mevlana evrene sığmayacak kadar yüce bir varlıktır.
            3- Mevlana her şeyin insanda olduğunu ve evrenin insan için var edildiğini söyleyen dildir. İster gönül gözüyle bakıldığında onun yolunun aşk ve ahlak yolu olduğu anlaşılır.
            4- Mevlana’nın, Şemsin ölümünden sonra, kendini tamamiyle şiire verdiğini öğreniyoruz. Şiirlerini her ortamda Yıkanırken, gezerken, otururken ve sema ederken kısacası her fırsatta Hüsamettin Çelebi’ye yazdırmıştır.
            5- Mevlana’yı anlamağa çalışırken, zamanı aşmanın ve zamanı aşarak yaşamanın da bir olgunluk meselesi olduğunu görüyoruz.
            6- Mevlana bir arayışın adamıdır. Bu arayışının en güzelini bir ilahi hasretin doğurunda bulmuş, onu şiirle söylemiş, şiirden taşan duyarlılığı da sema ile bezemiş ve yepyeni ilahi bir musikiyi yaratmıştır.
            7- Bütün bir dünya Mevlana’ya koşarken, bizim ondan uzaklaşmamızın anlaşılır bir yönü yoktur.
            8- Hazreti Pir, insanı Kur’anın Tin suresindeki “Biz insanı en güzel biçimde yarattık” ayetiyle benimsemiştir. Yaratılışımızın özünde şer ve ıstırap yoktur. İyilik, sevgi ve hayır vardır.

22 Nisan 2013 Pazartesi

EV. BURHAN APAYDIN VEFAT ETTİ (20 Nisan 2013)

Burhan Apaydın dualarla uğurlandı

20 Nisan 2013 Cumartesi; Türkiye Gazetesi - Melik Duvaklı İSTANBUL
Son nefesine kadar merhum Başbakan Adnan Menderes’in haklarını savunmak için çaba harcayan avukat Burhan Apaydın, dualarla defnedildi. Apaydın’ı son yolculuğunda binlerce seveni de yalnız bırakmadı.
Eski başbakanlardan merhum Adnan Menderes'in avukatı Burhan Apaydın, dün son yolculuğuna uğurlandı. Önceki gün evinde vefat eden Apaydın'ın cenaze namazı, öğle vakti Teşvikiye Camisi'nde kılındı. Apaydın'ın eşi Beyhan Apaydın ve yakınları taziyeleri kabul etti. Törene, eski TBMM başkanlarından Hüsamettin Cindoruk, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, eski İstanbul valilerinden Kutlu Aktaş, oyuncular Tarık Akan, Zafer Algöz, Cansel Elçin ve Apaydın'ın yakınları katıldı. Bir dönem milletvekili de olan Apaydın'ın Türk bayrağına sarılı naaşı, namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'nda defnedildi. Can yoldaşını kaybetmenin acısıyla oldukça bitkin olduğu gözlenen Beyhan Apaydın, "Menderes'in avukatlığı teklif edildiğinde bir an bile düşünmeden kabul etti. Son nefesine kadar da bu işin peşini bırakmadı. Gerçekten bir efsaneydi" dedi. Cindoruk, 1960 darbesinden sonra Apaydın ile birlikte avukatlık yaptıklarını belirterek, "Birlikte cezaevine girdik. Ben 2 ay sonra tahliye oldum, o 9 ay hapiste kaldı. Milletvekili seçilince tahliye edildi" açıklamasını yaptı. Beyhan Apaydın ise, "Ben Cindoruk gibi hatırlamıyorum. Bildiğim kadarıyla Burhan bey milletvekili seçilirken tutuklu değildi" diye konuştu.
BURHAN APAYDIN'IN KISA ÖZYAŞAM ÖYKÜSÜ
BURHAN APAYDIN adı, 1944 yılında kardeşi Orhan APAYDIN'' la birlikte çıkarmış oldukları "YENİ­DEN DOGUŞ" isimli aylık dergiyle duyulmaya başladı. Bir süre sonra, derginin "YENİDEN DOGUŞ" adının altı­na ikinci bir isim olarak "Bütün İnsanlık İçin" ibaresi ko­nuldu. Derginin adı, gerçekte Fransızca "Rönesans ­Renesaince" sözünün karşılığını oluşturuyordu. Böylece, Atatürk'' ün devrimleriyle başlayan ve Türk Milletinin medeni yaşam alanında yükselmesini amaçlayan bir ama­cın dergide benimsendiği ortaya konuluyordu. Bu dergi, 1954 yılına dek yayınını başarıyla sürdürdü. Dönemin  büyük ve gerçek bilim adamları arasında Adnan ADIVAR, Prof. Şekip TUNÇ, Prof. Ömer Lütfü BARKAN, Prof. Hıfzı TİMUR, Prof. Kazım İsmail GÜRKAN, Prof. Ziyaeddin Fahri FINDIKOĞLU, Prof. Tevfik BERKMAN gibi ünlü isimlerin yanısıra; edebiyat, tiyatro ve şiir ala­nında aruz vezninin dışına çıkmış şairler, düşünce adam­ları, yer alıyordu.
BURHAN APAYDIN adının tüm ülkede yaygın­laşması, İstanbul Hukuk Fakültesini 1945-1946 yılında bitirmesinden hemen sonra Ord. Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL'' in "Esas Teşkilat Hukuku" -şimdiki adıyla­ Anayasa Hukuku Kürsüsü"nde tek asistanı olarak yer almasıyla başladı. BURHAN APAYDIN'' ın akademik ka­riyerde yer almasını özellikle Prof. Halide Edip ADIV AR ve Adnan ADIVAR ısrarla istemişlerdi.
BURHAN APAYDIN'' ın, Anayasa Hukuku kürsü­sünde Ord. Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL'' in asistanı olarak görev almasından kısa bir süre sonra,1946 yılında "Der­nekler Yasası"nda yapılan bir değişiklikle, Siyasi Partile­rin kurulmasına izin verilince; o tarihe dek toplum yö­nünden eylemsiz bir durumda olan Anayasa Kürsüsü, siyasi eylemlerin yarattığı Anayasa sorunları bakımından birden ön plana geçti. Demokrat Parti'' nin kurulmasıyla birlikte sorunlar hızlandı ve Türkiye'' nin en çok okunan gazeteleri arasında bulunan Vatan Gazetesi başta olmak üzere, günlük gazetelerde ve dergilerde Ord. Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL'' le birlikte yazıları yer aldı. BURHAN A­PAYDIN'' ın üniversitede yaptığı çalışmalar sonucunda, Prof. Dr. Hıfzı Veldet VELİDEDEOGLU'' nun dekanlığı döneminde 1947 yılında, doçent kadrosuna alındı.
Ülkede; hak ve özgürlüklerin, güvenceye kavuştu­rulması, zorunluluk durumunu yarattığından, ülkenin gerçekten "HÜR" düşünceli insanlarını bir araya getiren "Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti" 1947 de kuruldu. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL bu derneğin kurucuları olarak ilk genel başkanı ve BURHAN APAYDIN da genel sekreter seçildi. "Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti" ülkede demokratik bir tartışmanın kürsüsü ve öncüsü rolünü oynadı. 1946 seçimlerinin oy sayımlarındaki hilelerin ve baskıların ya­ratığı kargaşalara son verilmesi ve çözüm bulunması ko­nusunu ele alan "Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti", 1948 yı­lında seçimlerin "Yargı Denetimi Altında Yapılması" dü­zenini ortaya koydu. Bu düzenek 1948 yılında Şemsettin GÜNALTAY''ın başbakan ve Prof. Nihat ERİM'' in başba­kan yardımcısı olduğu hükümet tarafından benimsendi ve TBMM'' den geçerek yasa Cumhurbaşkanı İsmet İNÖ­NÜ'' nün onayıyla yürürlüğe girdi. 1950 genel seçimleri bu yasayla yapıldı ve Demokrat Parti olaysız iktidara geldi.
Ancak, 1948 yılında Avukatlığa da başlayan BURHAN APAYDIN, o tarihteki siyasi davalarda sanık­ların savunmasını üstlenmenin yanısıra, Kağıthane'' de barut fabrikasındaki patlama sonucu ölümler ve yara­lanmalar meydana geldiğinden, fabrika sorumlu müdürü Em. General Hüseyin Emir ERKİLET'' in tutuklanmasıyla meydana gelen ve kamuoyunda "BÜYÜK DAVA" olarak nitelendirilen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesindeki dava­da Hüseyin Emir ERKİLET' i savunma görevini üstlendi. Sonuçta, Hüseyin Emir ERKİLET aklandı. Ancak, davanın kamuoyunda değerlendirilmesinin BURHAN APAYDIN yararına yarattığı ilgi ve takdir, APAYDIN' ın diğer siyasi davalarda görevini başarıyla sürdürmesi de buna ekle­nince; İstanbul Hukuk Fakültesi' nde yönetmelik değişik­liği yapılarak, BURHAN APAYDIN "ya Üniversite, ya Avukatlık" seçimiyle karşı karşıya bırakıldı. APAYDIN, "İlmi, dışarıda da yaparım" diyerek, ortaokul ve lise sıra­larından itibaren Avukatlık mesleğine olan şiddetli ilgi ve isteği doğrultusunda AVUKATLIK mesleğini seçti ve üniversiteden istifa etti, (1950).
BURHAN APAYDIN' ın bundan sonraki yaşam dönemi; meslek ve siyasi yaşamı bakımından olduğu den­li, özel yaşamındaki ünlü aşkları bakımından da çok ha­reketli ve dalgalı bir süreç izledi. 1952 yılında, Demokrat Parti' nin Samsun milletvekili Hasan Fehmi USTAOGLU' nun Samsun' da yayınlanan Volkan isimli dergide, yazdığı bir yazıda ATATÜRK aleyhinde çok ağır bir dil.kullanması nedeniyle ünlü gazeteci ve tiyatro ya­zarı Cevat Fehmi BAŞKUT' un sorumlu yazı işleri müdürü olduğu Cumhuriyet gazetesinde bu yazıya şiddetle karşı­lık veren; yine ATATÜRK döneminin ünlü gazetecilerin­den Mekki Sait ESEN' in yayınlanan yazısı nedeniyle; Ha­san Fehmi USTAOGLU tarafından her ikisi aleyhine İs­tanbul Toplu Basın Mahkemesinde "Aşağılama" davası açıldı. Gazetenin sahip ve başyazarı ve ATATÜRKÇÜ o­lan Nadir NADİ, büyük bir telaşa kapıldı. Bunun nedeni, gazetenin hukuk müşavirlerinin ve başvurdukları tüm hukukçuların Cumhuriyet' te yayınlanan yanıt yazısında "USTAOGLU' nun Aşağılandığı"nın apaçık olması karşı­sında Cumhuriyet gazetesinin ve iki ünlü adının mahkum olacaklarının kesin kanaatini belirtmiş olmalarından kay­naklanıyordu. Nadir NADİ, "Cumhuriyet mahkum olur­sa, ATATÜRK' ün manevi kişiliği mahkum edilmiş ola­caktır" diye üzülüyordu.
O sırada, Cumhuriyet gazetesinin adliye muhabir­liğini yapan Feyyaz TOKAR, APAYDIN' lara başvuru ö­nerisinde bulununca BURHAN APAYDIN ve ORHAN APAYDIN dosyayı incelediler ve şu yargıya vardılar:
"ATATÜRK' e hakaret edene hakaret etmek, suç sayılmaz. "
İşte bu tezle duruşmaya çıkan Av. BURHAN A­PAYDIN, salonun yarısını dolduran karşıt grupların da bir oturum sonra takdirini kazandı ve mahkeme, adalet tarihine geçen aklama kararım, ayın gerekçeyle verdi.
BURHAN APAYDIN 1960 yılının 27 Mayısına dek olan dönemde, Cumhuriyet, Vatan, Milliyet, Tasvir, Za­fer, Tan ve Türk Sesi gazetelerinde makaleler ve kimile­rinde de üç yıldızlı  imzayla başyazılar yazdı.
Avukatlığını, kardeşi ORHAN APAYDIN’ la, üstün bir düzeyde sürdürdükleri 1950-1960 döneminde, 27 Ma­yıs 1960' ta meydana gelen darbe "Coup de Tat" sonucun­da, "Demokrat Parti iktidarının, Cumhurbaşkanı, Başba­kan, Bakanlar ve Milletvekillerinin davalarının savunma­sının üstlenilmemesi" doğrultusunda o dönemin İstanbul Barosu yönetim kurulunun verdiği "YASAK" kararını dinlemeyerek, başbakan ADNAN MENDERES' in savun­masını birlikte üstlendiler. Başlayan duruşmalarda BURHAN APAYDIN, ilk andan itibaren Hukukun ve Adaletin sesini yansız bir hu­kukçu ve partisiz bir Avukat olarak dünya basınını da hayran bırakacak bir doğrultuda yükseltiyordu. Bu du­rumu en güzel bir biçimde, Demokrat Parti iktidarının Yassıada' da yargılanan devlet bakanı ve başbakan yar­dımcısı Samet AGAOGLU, sonraki yıllarda yayınlanan, "Marmara' da Bir Ada" adlı kitabında, şu biçimde anlatı­yordu:
 "BURHAN APAYDIN ilk günden itibaren usul ilkele­rinden başlayarak, yasalara, hak ve adalet kavramlarına aykırı her uygulamayı şiddetle tenkid etti. Radyonun ünlü "Yassıada Saati"ni, Divan' a bir baskı olarak dam­galadı. İddianamenin incelenmesi için Avukatlara za­man bırakılmadan Mahkemelerin başlamasını yine bir baskı olarak karşıladığını açıkladı, savunacakları insan­larla görüşmek imkanını bulamadıklarından, acı acı şi­kayet etti. Bütün bunları söylerken öylesine dik ve ce­surdu ki, susturmanın yollarını aradılar ve APAYDIN' ı tutuklamaktan başka çare bulamadılar. “
   Samet AĞAOGLU yine kitabının 29.' uncu sayfa­sında, duruşmalarda ilgili olarak Avukat BURHAN A­PAYDIN' ın yaptığı bir diğer konuşmayı "Çok Önemli Çı­kış" olarak nitelendirip:
   Bu; davanın belkemiği olan hukuki tezin daha ilk du­ruşmada ortaya atılması demekti. Burhan Apaydın: "Şimdiye dek, ne siyasi tarihimizde ve ne de Adli tari­himizde seçim yoluyla iş başına gelmiş yasa yapıcı orga­nın kaza -yargı- gücü karşısında muhakeme edilmesi gö­rülmemiştir. Bu, ilk kez olmaktadır. Bu, dünya hukuku bakımından da çok önem taşımakta, dünyanın dikkatini ayrıca üzerine çekmektedir. Savcının bu bakımdan da insan hakları ilkelerine saygı göstermesi lazımdır. Oysa, bir yandan kendi savunacağımız kimselerle görüşemiyoruz, bir yandan da Radyo' da Yassıada Saati diye Mahkemeler üzerine etki edecek yayınlar yapılıyor. Bunu da durdurmak gerekir, dedi. "
    APAYDIN' ın tezini anlatırken gösterdiği soğukkanlı cesaret ilerdeki duruşmalarda çeşitli durumlar yaratabi­lir nitelikte idi. Saygıyla, fakat kesin konuşuyordu. MENDERES için ".. yere düşen CEVHER" diyor, Di­van' dan ileri sürdüğü konularda peşin karar istiyordu. BURHAN APAYDIN' ın bu çıkışı yaşam kaderinin bir dönüm noktası sayılabilirdi. Onu bu yüzden duruşma­lardan uzak tutmanın yollarını aradılar, buldular da.. "
    Kitapta devamla, BURHAN APAYDIN tutuklu o­larak Balmumcu' da geçirdiği aylar yüzünden, "...MEN­DERES' i savunamadı" demektedir.
    Devrin Milli Eğitim Bakanı Celal YARDIMCI' nın Avukatı Dr. Orhan ARSAL' ın "Silahların Gölgesinde" diye tanımladığı duruşmalarda, iddia makamını temsil eden Cumhuriyet Savcısı' nın MENDERES' i ağır aşağıla­malarla suçladığı ve "DÜŞÜK-SAKIT" deyimlerinin yer aldığı sözlerine, BURHAN APAYDIN' ın birden mikrofo­na geçip verdiği yanıtta, "Benim müvekkilim, Adnan MEN­DERES, bu memlekete 10 yıl hizmet etmiş bir insandır. Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr-ü kıymetten" demesi üzeri­ne birden salon karıştı ve APAYDIN' a "Yuuh" sesleri din­leyiciler tarafından yöneltildi. Ortalık ciddi bir biçimde karışmıştı. Salondaki yüzlerce dinleyici, 27 Mayıs yöneti­minin seçip davetiyeyle gönderdiği kişilerden oluşuyor­du. APAYDIN yerine geçti. Gözlerini kapatarak oturdu. Mahkeme heyeti, kürsüden ayrılarak müzakereye çekildi. "Yuuh!'' sesleri devam ediyordu. Bir süre soma başkan ve üyeler yerlerini aldılar ve duruşmaya son verildiği açık­lanarak, APAYDIN' a "İHTAR" kararı verildiği bildirildi. Bu, APAYDIN' ın ilk tutuklanmasına yol açmıştı. Halkı silahlı ayaklanmaya kışkırtına suçu biçiminde nitelendi­rildi ve APAYDIN önce Harbiye' deki hücrelerden birine konuldu, bir hafta soma da Balmumcu Askeri Garnizo­nu' ndaki tutukevine gönderildi.
    Üç ay süren tutukluluk döneminde, Avukat OR­HAN APAYDIN, Menderes' in çektiği telgraf üzerine, hem Adnan MENDERES' in ve hem de Sıkıyönetim Mah­kemesinde BURHAN APAYDIN' ın avukatlığını üstlendi. BURHAN APAYDIN üç buçuk ay soma salıverildi. Salı­verme kararını veren Yzb. Yargıç Kaya ALPKARTAL, BURHAN APAYDIN' a ; "Yassıada' ya gitmemesini, Yassıada' da MENDERES' in avukatlığını sürdürmemesini ve her şeye karşın kendisini tahliye ettiğini, ve fakat yeniden geldi­ğinde bir şey yapamayacağını ", söylemesi üzerine, "­Mümkün değil, tarih karşısındayız, ADNAN MENDE­RES' in avukatlığını sürdürmek benim için tarih karşısın­da bir görevdir" diyen APAYDIN' a askeri yargıç; "-Siz bilirsiniz" yanıtını verdi.
    BURHAN APAYDIN, ADNAN MENDERES' in Anayasa'ya aykırı davranmakla suçlandırılmak istenilen "Anayasa Davası" duruşmasına çıkar çıkmaz, bu kez, Devlet Başkanı Org. Cemal GÜRSEL' in Adnan MENDE­RES' e iletilmek üzere Mili Savunma Bakanı Ethem MEN­DERES' e 27 Mayıs' tan kısa bir süre önce gönderdiği bir mektubun aslının okunmasını istedi. Cezaevindeyken, Cemal GÜRSEL' in mektubunun değiştirilerek okundu­ğunu öğrenmişti. Mektubun bir maddesi değiştirilerek 27 Mayıs eylemini yasal gösteren anlama gelecek biçimde 27 Mayıs sabahı radyolarda okunmuştu. Okunan madde " Diktatörlük yolunda yürüme" biçiminde MENDERES' e sesleniyordu. Ancak mektubun aslı öyle değildi: "-Sen milletin gözbebeğisin, millet seni seviyor, Celal BAYAR' ı devre dışı bırak, Cumhurbaşkanı siz olun" biçimindey­ken, 27 Mayıs eyleminin önderlerinden Alb. Alpaslan TÜRKEŞ radyoda bunu değiştirerek okumuştu. Konu çok önemli idi. Değiştirilen biçimiyle MENDERES' i Anayasa­yı çiğnemekle, "KAST" unsuru yönünden suçlamakla MENDERES hakkında verilecek idam kararının gerekçe­sini oluşturuyordu. Mektubun aslındaki yazı ise, Adnan MENDERES' in aklanması sonucunu verecek değerde idi. Bu durumda ise 27 Mayıs eylemi yasal olmaktan çıkacak­tı.
    BURHAN APAYDIN, bunu ortaya atmak isteyin­ce, duruşma bu kez vaktin gecikmesi ileri sürülerek erte­lendi. Bir sonraki duruşmada Adnan MENDERES mikro­fona gelerek, "- Bu çatının altında ülkenin yüksek çıkarla­rı bakımından konunun ortaya atılmasını uygun görmüyorum. Sayın avukatımdan istemini geri almasını rica ediyorum" deyince, BURHAN APAYDIN mikrofona gelip; "- Müvekkilimin hangi koşullar altında bu konuşmayı yaptığını bilemiyorum. Ben, müstakil - bağımsız-, müstakim-­dürüst- bir avukatım. Müvekkilime değil, hukuka ve vicdanıma tabiyim. Tarih karşısındayız, geri almıyorum" deyince, ve en­gellemeye karşın konuşmasına devam etmek çabası karşı­sında, duruşma yeniden ertelendi ve bu kez APAYDIN yeniden tutuklanarak Balmumcu askeri garnizonuna gönderildi. BURHAN APAYDIN artık, MENDERES' i sa­vunamayacak idi; üç ay sonra MENDERES' in idamından bir hafta sonra salıverildi. Avukat ORHAN APAYDIN, ADNAN MENDERES' i aynı şiddet ve cesaretle savun­mak isteyince; mahkeme başkanı tarafından konuşması kesilerek, susturulması yoluna gidildi.
    BURHAN APAYDIN, 1961 Ekiminde yapılan ge­nel seçimler sonucunda Ankara milletvekili olarak mecli­se girdi ve Anayasa Komisyonu Başkanlığına tüm partile­rin oy birliğiyle getirildi. Her iki kardeş, Meclis dönemi sırasında Avukatlık yazıhanelerini kapalı tuttular ve dava almadılar.
    1965 yılında yeniden mesleklerine dönen BUR­HAN APAYDIN ve ORHAN APAYDIN Eminönü' ndeki Sirkeci Palas hanındaki yazıhanelerinde çalışmalarını sürdürdüler.
    1976 yılında ORHAN APAYDIN, İstanbul Barosu Başkanlığına seçildi. Üç kez seçimi kazanan ORHAN APAYDIN, 12 Eylül 1980 de yapılan ikinci hükümet dar­besinden sonra, BARIŞ Derneği kurucu üyeliği öne sürü­lerek tutuklandı ve iki buçuk yıl tutuklu kaldı ve sonunda aklandı. Ancak tutukluluk süresinde hastalığı arttığından ve tedavi görememesinden dolayı 1986 yılında Alman Hastanesi' nde vefat etti. Yurt dışına çıkma iznine yönelik hükümet kararı vefatı sırasında aynı gün gönderilebildi.
    BURHAN APAYDIN, 1948 yılında başladığı Avu­katlık yaşamını sürdürmeye devam etti. Şu anda avukat­lığının 55.' nci yılını sürdürmektedir.
   Yüzlerce makaleleri ve biri "HÜRRİYETLERİMİ­ZİN TEMİNAT!" ve diğeri "ADALETİ ARAYAN ADAM" isimli 2 kitabı vardır. Çeşitli Hukuk konferansları vermiş­tir. Her iki kitabı, Yassıada davaları sırasındaki tutuklan­ması nedeniyle Sıkıyönetim idaresince toplatılmış ve kağıt yapılmak üzere İzmit' teki SEKA kağıt fabrikasına gönderilmiş olduğundan, şimdi her 2 kitabı da numune­leri esas alınarak aynen ve hiçbir yanı değiştirilmeden ya­yın hayalına alınmıştır. APAYDIN, yarım asrı geçen A­vukatlık yaşamında, girdiği duruşmalarda ilkIere ve ilkelere imza atmıştır. Bunlar halen ülkedeki avukatlar tara­fından uygulamalarda örnek alınmaktadır.
    Apaydın, siyasi yaşamında da meslekte uyguladı­ğı ilkelerinden ayrılmamıştır. Nasıl ki, bu bölümün 13-14. sayfalarında özetle yer verilen "Cumhuriyet Gazetesi­ Ustaoğlu Davası"nda savunmasını "Atatürk' e hakaret edene hakaret etmek suç sayılmaz" ilkesine inançla da­yandırmışsa, siyasi yaşamında da bu ilkeden ayrılmamış­tır. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı' yken, Ankara' da Hukuk Fakültesi ile Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencile­rinden oluşan -Uğur Mumcu' nun düzenlediği ve Prof. Uğur Alacakaplan' ın yönettiği- "Atatürk' ün En Önemli Devrimi Hangisidir?" konulu açık oturumda;
    -"İkinci Cumhuriyet yoktur; Atatürk' ün tek ve ö­lümsüz Cumhuriyeti vardır," diyerek, 27 Mayıs Hükümet Darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi' nin kullandığı "İkinci Cumhuriyet" deyiminin ortadan kaldırılmasına neden olmuştur. Başbakan İsmet İnönü, Apaydın' ın kon­ferans salonunda büyük karışıklıklara yol açan bu tanım­lamasından hemen sonra hükümet adına genelge yayım­layarak "İkinci Cumhuriyet" denilmesini yasaklamıştır.
    Diğer bir örnek şudur: 1952 yılında, irticadan kay­naklanan ve gazeteci yazar Ahmet Emin Yalman' a suikast girişiminden dolayı "Malatya Suikastı Davası" olarak tarihe geçmiş olan siyasi davanın duruşmasında, Yal­man' ın avukatı olarak, Atatürk ilkelerine inançla sahip çıktığını kanıtlamıştır.

12 Nisan 2013 Cuma

İlk Dev-Genç Başkanı Hüsamettin Cindoruk


İlk Dev-Genç Başkanı Hüsamettin Cindoruk
Turhan Feyizoğlu, 09.03.2013
1945 yılı, dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıç noktası olarak ele alınır.
İkinci Dünya Savaşı bitmiş, dünyada demokrasi ve özgürlük rüzgarları estirilmeye başlamıştır. Dünya barışını ve güvenliğini korumak, uluslararası ekonomik, toplumsal ve kültürel işbirliği oluşturmak amacıyla uluslararası bir örgüt kurulması çalışmaları yapılmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 51 ülkenin imzalaması ile oluşturulan Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kuruculuk antlaşması, 24 Ekim 1945’te yürürlüğe sokulur.
Bu dönem, Türkiye’de iktidarda CHP vardır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’dür.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi, soğuk savaş döneminin başlaması üzerine meydana çıkan iki kutuplu dünya içinde Türkiye, tercihini, Batı Avrupa ülkeleri ve özellikle ABD ile kurduğu yeni ilişkilere girerek kullanıyordu. Türkiye’nin savaştan sonra kapitalist dünya içerisinde yeralması ülke içinde daha liberal, ekonomik, sosyal tutum ve politikaları gerektiriyordu. Ayrıca, varolan toplumsal yapı içerisinde ortaya çıkan değişik toplumsal sınıfların tümünü artık tek bir parti içinde tutmak olanaksızdı.
İLK MUHALİF DERGİLER
Bunun sonucu olarak, 5 Haziran 1946’da Cemiyetler Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle sınıf esasına dayalı örgüt kurma yasağı kaldırılır ve kendi sınıfsal dayanaklarına uygun olarak çeşitli isimlerde burjuva ve sol partiler ile bir çok sendika kuruldu, bir çok sol dergi çıkmaya başladı. “Vatan”, “Tan” ve “24 Saat” gibi gazeteler ile “Yurt ve Dünya”, “Adımlar”, “Zincirli Hürriyet” ile “Marko Paşa” gibi iktidara yönelik muhalefet yapan dergiler yayınlanmaya başlandı.
Bütün bunlar, Türkiye’nin sosyal-politik hayatında yeni bir aşamaya gelindiğinin belirtileriydi. Yeni kurulmuş bazı partilerin seçime katılmasıyla, 21 Temmuz 1946’da milletvekili genel seçimi yapıldı. Seçimin galibi CHP oldu.
1946 seçimlerinin sonucu muhalefette düş kırıklığı yaratmıştı. Bu nedenle, toplumun bütün muhalefet güçleri 27 yıllık CHP iktidarını alaşağı etmek için bir cephede yer aldı.
Türkiye Komünist Partisi (TKP) önderleri ile Demokrat Parti (DP) önderleri aynı cephede yer aldı. “Görüşler” dergisini çıkartmak istediler. Buna olanak bulamadılar. Daha sonra Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı olacak Mehmet Ali Aybar, 1946’da DP’den milletvekili adayı oldu, seçilemedi. CHP’ye karşı kurulan bu cephe yürümedi.
MUHALEFET DP’DE TOPLANIYOR
Bu dönemde muhalefetin en büyük siyasi partisi Demokrat Parti’dir. Hatta, dönemin Başbakanı olan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker bile DP taraftarıdır. Toker, bunu şöyle dile getirmiştir:
“DP son derece kuvvetli bir şekilde seçime giriyordu. Sivil-asker-aydın onun yanındaydı. Memleketin bütün müesseseleri onu tutuyordu.”
“İtiraf etmem gereken bir şey de, o günler hepimiz, az veya çok DP taraflısıydık.”
Tek parti yönetimine karşı demokrasi ve özgürlük talepleri daha sık dile getirilir, yeni yayınlar çıkartılmaya başlanır, yeni örgütlenmelere gidilir. Örgütlenme çalışmaları gençlik içinde de yapıldı.
İLK FİKİR KULÜBÜ
1960’lı yıllarda FKF-Dev-Genç adıyla Türkiye’nin gündemini belirleyecek olan hareketin kökenini oluşturan fikir kulüplerinden ilki olan ve ilk kurulan fikir kulübü “Ankara Üniversitesi Hukuk Mensupları Fikir Kulübü”dür. SBF Fikir Kulübü'nün kuruluşu çok daha sonradır.
“Fikir Hürriyeti” ilkelerini savunmak amacıyla, 14 Kasım 1952 Perşembe günü kurulan “Ankara Üniversitesi Hukuk Mensupları Fikir Kulübü”, 17 Kasım 1952 Pazartesi günü yayınladıkları bildirilerinde amaçlarını özetle şöyle açıklar:
“Fikir, insanlık hayatının ve gelişmesinin ana unsurudur. Fikrin insan ve cemiyet bakımından gerçek değerini kazanması ve kendisinden beklenilen vazifeyi layıkiyle yapabilmesi ancak fikir hürriyeti anlayışının varlığı ile mümkündür. Politikadan ve her türlü ideolojik propagandadan uzak olarak fikirlerin tam bir hoşgörürlük ve mevcut kanunlar sınırı içinde münakaşasını amaç edinmiş bulunuyoruz.”
Kayıtsız şartsız fikir hürriyetinin tahakkümünü sağlamak için konferans, seminer, toplantı, münazara tertip etmek suretiyle faaliyette bulunacak olan Hukuk Fakültesi Fikir Kulübü’nün ilk genel kurul toplantısı 25-26 Kasım 1952 günlerinde yapılır.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Fikir Kulübü'nün ilk yönetimine Altan Öymen, Hüsamettin Cindoruk, Nahit Özkutlu, Adnan Güriz, Suna Tezcanel, Yüksel Sungur, Tekin Bürzumar, Gülsen Daldal ile Necmi Abadan seçilir.(Belgeyi büyütmek için üzerine tıklayın)
Yönetim Kurulu üyelerinin yaptığı ilk toplantıda Fikir Kulübünün genel başkanlığına Nahit Özkutlu getirilir.
Nahit Özkutlu’nun Başkan olduğu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mensupları Fikir Kulübü’nün ilk etkinliği, Profesör Coşkun Uçok’un“Konuşma usul ve adabı” üzerine, yaptığı konuşma ile 1 Aralık 1952 Pazartesi günü, yapılır.
İkinci etkinlik, 10 Aralık 1952 Çarşamba günü, “İnsan Hakları Günü”nedeniyle düzenlenir.
Üçüncü etkinlik, “Demokrasilerde nisbi temsil sisteminin mi, ekseriyet usülünün mü tatbiki gerektiği” hakkında, 26 Aralık 1952 Cuma günü, yapılır.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mensupları Fikir Kulübü, ikinci çalışma yılına, 20 Kasım 1953 Cuma günü, saat 15.00'te başlar. Hukuk Fakültesi Konferans salonunu tamamen dolduran bir dinleyici topluluğunun huzurunda yapılan toplantıyı Kulüp İcra Komitesi Başkanı, Kulübün ve toplantının gayesini izah eden bir konuşma ile açar.
VİOLONSEL ÇALINIYOR
Hüsamettin Cindoruk ile Ergun Sav'ın takdim ettiği program gereğince ilk konuşmayı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Çoşkun Uçok, yapar. Profesör Uçok, Fikir Kulübünün gösterdiği faaliyetin memleketin fikir hayatı bakımından taşıdığı öneme işaret eder ve Kulüp üyelerine çalışmalarında başarılar diler.
Daha sonra Violonist Erol Aygün, Piyanist Yıldıray Ölçer, Klarnetçi Ertuğrul Doğan, bazı müzik parçalarını icra eder.
Bundan sonra Cahit Kulebi, Atatürk Oratoryosunun metninden parçalar okur. Çetin Altan, “Mizah yoluyla izah” konulu bir konuşma yapar.
Fikir Kulübü'nün ilk kongresi, 29 Kasım 1953 Pazar günü, Ankara'da Kızılay Genel Merkez salonunda yapılır.
Kongre Başkanlığına Yüksel Karaburçak, İkinci Başkanlığa Nejat Irmak, Katipliklere Belkıs Ay, Özcan Karadeniz seçildikten sonra Kulüp İcra Komitesi Başkanı faaliyet raporunu, denetçi Ali Sait Yüksel de denetleme raporunu okur.
Ergun Sav, Atilla Sav, Nejat Günal, rapor üzerine konuşma yapar. Hüsamettin Cindoruk da bu tenkitlere cevap verir.
İdare Kurulunun ibra edilmesinden sonra tüzük tadili tekliflerine geçilir ve bazı maddelerde değişiklik yapıldıktan sonra İdare Kurulu, Haysiyet Divanı ve denetçi seçimleri yapılır.
İdare Kuruluna: Hüsamettin Cindoruk, Ergun Sav, Tekin Gürzumar, Suna Tezcaner, Melih Ölçer, Solmaz Alpar, Aysel Sanu, Alhan Sarıismailoğlu ve Altan Öymen seçilir.
Haysiyet Divanı: Atilla Sav, Adnan Güriz, Nahit Özkutlu'dan teşekkül eder. Denetçiliğe Yüksel Karaburçak seçilir.  
Ankara Hukuk Mensupları Fikir Kulübünün 1954 yılındaki başkanı Sadık Tanrıverdi'dir.
AYDINLARA ANKET
Fikir Kulübü Başkanı Sadık Tanrıverdi, 110 aydın arasında bir anket düzenler. 110 aydının ankete verdiği yanıtların sonuçları, 1954 Mayıs ayında açıklanır. Fikir kulübünün düşünsel yapısını yansıttığı ve belge niteliği taşıdığı için bu ankette sorulan soruları ve Sadık Tanrıverdi’nin verdiği yanıtları aynen alıntılıyorum:
“Soru-1: Devrimden ve devrimcilikten ne anlıyorsunuz?
Cevap: Gerçek Devrim belirli bir sindirme gücüne sahip toplumlar için mümkündür. Devrim, Instution değişikliğini gerçekleştirdiği ölçüde köklü ve derin olur. Yenilik, şuurlu varlıklara yaşama gücü kazandırır, hız verir. Biz devrimciliği bu anlamda düşünmek istiyoruz. Fesi atıp şapkayı giyen insan, kadını erkekle eşit hak tanıyacağını, yeni bir düşünce sistemine girdiğini de anlamalıdır.
Soru-2: 1919'dan bu yana Türk Devriminin Türkler ve Türkiye üzerindeki tesirlerini nasıl buluyorsunuz? Sizce, eksik, lüzumsuz ve zararlıları varsa nelerdir?
Cevap: Türk devriminin tesirlerini 1923'den bu yana incelemek doğru bir yol olur kanaatindeyiz. İlk devrim hareketi siyasi bir değişiklik Cumhuriyet ilanıdır. 1924 Anayasasındaki (Türkiye Devletinin dini, islamdır.) sözü sonraki büyük adımlar için toplumu okşamaktadır.
Eğitim sistemi harf ve yazı alanındaki devrimlerin başarıldığı korkusuzca söylenebilir. Laiklik, genç nesil ve olgun vatandaşlarımız tarafından zaruri bir prensip olarak kabul edilmektedir. Ancak laikliğin tatbik şekli kaza makamları ve partiler arasında henüz tartışmalar konusudur. Hukuk devrimlerine karşı yükselen sesleri anormal bir olay saymamak lazımdır. İsviçre toplumunun pek derin bir gözlemi sonucunda hazırlanan medeni kanunun tekmil prensipleriyle kabulü büyük bir cesarettir; İtalyan sanıklarını korkutan, islah edebilen Ceza Kanunu Türk sanıkları tarafından ne derece gözönünde tutulabilir? Hukuk alanındaki devrimlerin toplum şartlarına tam uyduğunu şimdiden kestirmek kehanet olur kanaatindeyiz. Fakat bu tecrübelerin faydası büyüktür. Hukuk literatürümüzün yeni görüşlerle zenginleşmesi ve benliğimize tam uyacak (Türk Hukuku) bu yol ile doğacaktır. Devrim prensiplerimizden biri olan devletçilik son yarım asrın büyük ve topyekün savaşları yüzünden çok kimselerce ideal doktrin olarak kabul edilmektedir. Ekonomik hayatta Devletçilik parti prensibi olabilir. Fakat, Liberalizmin muazzam başarıları inkar edilemiyeceğine göre, Devletçiliğin Anayasa prensibi olması önemli bir tartışma konusudur.
Soru-3: Atatürk hakkındaki duygularınız nedir, Kemalizmden ne anlıyorsunuz?
Cevap: Atatürk devrimlerinin nimetlerinden faydalanarak üniversite tahsili yapan bir kimsenin Atatürk hakkındaki duygularını yazıyla anlatması ona olan hürmet ve sevgisini sınırlayacaktır. Atatürk'e bağlılık mitinglerindeki derin mana ve heyecanı duygularımıza örnek olarak göstermek istiyoruz. Gençlik, Kemalizmden yeni bir görüş ve ruh anlamakta, Türk'e faydalı, ondan muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracak azim ve enerji almaktadır. Yurtta Sulh, Cihanda Sulh vecizesinin gerçekleşmesi bu ideolojinin yaşama gücünün ilk şartıdır. Kemalist gençlik, faşizmin gençlik anlayışından çok uzaktır.
Soru- 4: Fikir ve san'at hayatımız üzerinde görüşleriniz kısaca nedir? Söyleyecekleriniz, tavsiye ve tenkitleriniz? Devlet nasıl ilgilenmeli?
Cevap: Fikir ve san'at hayatımızın son yıllarda canlanma isteği inkar edilemez. Ancak, fikir ve san'at eserine, değerini eserin hitab ettiği topluluk verir. Bu topluluğun kültür seviyesi, fikir ve san'at eserlerinin anlaşılması ve ömrüyle yakından ilgilidir. Toplumun kültürü, modern devletin başta gelen görevidir, İdeoloji ve kültür savaşından muzaffer çıkan ulusları herhangi bir alanda yenmenin imkansızlığını bizim neslimiz yakın misallerle görmüştür. Kendi öz kültürünü canlandırmasını bilen toplumlar yaşama haklarını öncelikle kabul ettirmiş olurlar. Devletin, okur yazar mıktarını en üstün sayıya çıkarmak, köylüye kitap sevgisini aşılamak ve san'at mükafatları dağıtmak yolundaki kararları bütün vatandaşlar ve üniversiteler tarafından gayretle desteklenmelidir. Temsil edilecek tiyatro eserlerinin seçimi edebi heyetlere bırakılmalıdır. Bu işi hakkıyla başarabilecek vatansever aydınlarımıza güvenimiz vardır.
Soru-5: Gençlik, öğretim ve eğitim davamızın halli için neler düşünüyorsunuz?
Cevap: Gençlik topluluklarının tek teşkilata bağlanmasını lüzumlu görüyorum. Memleket meselelerinde, olgun ve aydın genç arkadaşlarımız omuzlarına yüklenen görevi çok partili hayatta da başarmasını bileceklerdir. Eğitim davamızın en faydalı yola girebilmesi uzmanların başarabileceği bir iştir. Yunus Kazım Köni'nin bir müddet evvel bir Ankara gazetesinde çıkan makalesi faydalı bir tartışma konusudur. 
Soru-6: Bütün bu meselelerde aydınlarımız kendilerine düşeni yapıyorlar mı?
Cevap: Aydınlarımızın bu meselede kendine düşeni yaptıklarına ve yapmıya çalışacaklarına inanmak istiyoruz.”
SBF FİKİR KULÜBÜ KURULUYOR     
Ankara Hukuk Fakültesi Mensupları Fikir Kulübü’nün düzenlediği etkinlikler, 1956’da kurulan SBF Fikir Kulübünün düzenlediği etkinliklere kadar yoğun ilgi ile izlenir.
Bir kısım SBF öğretim üyesi ve Forum dergisi yazarı ile bağlantısı olan onbir SBF öğrencisi, “Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü”nü, 3 Ocak 1956 Salı günü, kurdu.
20 Ocak 1956 Cuma günü yapılan toplantıda görev bölüşümü yapıldı. Kurucu üyelerin, kapalı oyla yaptığı seçim sonunda idare heyetine: Ertuğrul Baydar, Üner Birkan, Teoman Gönen, Ayhan Çağlar, Oktay Uslu, Coşkun Ürünlü ve Şükrü Özel seçildi.
İdare Heyeti'nin yaptığı toplantıda Başkanlığa: Ertuğrul Baydar, Başkan Vekilliğine: Teoman Gönen, Muhasipliğe: Şükrü Özel, Sekreterliğe: Coşkun Ürünlü, Haysiyet Divanına: Kemal Demirci ve Pekşen Tandoğan seçilir.
SBF Fikir Kulübünün kurulması hakkında yapılan bir değerlendirme şöyledir:
“Fikir Kulüpleri; 1955-56 yıllarında Siyasal Bilgiler Fakültesi içinde, CHP’ye eğilim duyan ve DP’ye karşı muhalefeti destekleyen hocaların katkısıyla bir kısım sol, bir kısım liberal-özgürlükçü öğrencilerin ittifakından doğmuş ve o günlerde çıkmakta olan ‘Forum’ Dergisi ile 

GÜLTEKİN UYSAL'I ZİYARET!...

Demokratlar Kulübü’nden 
Başkan Uysal’a destek
Demokratlar Kulübü Derneği Başkanı, eski Parlamenter ve Milli Eğitim Bakanlarından Ali Naili Erdem başkanlığındaki kadim Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi'nin eski bakan ve milletvekillerinden oluşan yönetim kurulu üyeleri Genel Başkan Gültekin Uysal’ı  Demokrat Parti Genel Merkezi’nde ziyaret etti.
Siyaset Haberi - 
12 Ocak 2013 Cumartesi
Demokratlar Kulübü Başkanı ve eski Milli Eğitim Bakanlarından Ali Naili Erdem başkanlığındaki eski bakan ve milletvekillerinden oluşan yönetim kurulu üyeleri Genel Başkan Gültekin Uysal’ı  Demokrat Parti Genel Merkezi’nde ziyaret etti.
Yaklaşık bir saat süren ziyaret sırasında Türkiye’nin gündemindeki konular değerlendirildi. Demokratlar Kulübü Başkanı Ali Naili Erdem ve Yönetim Kurulu Üyeleri, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’a her konuda yardım edeceklerini ve açık destek olacaklarını söylediler.
Demokrat Parti kadrolarının; eski Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi ve Anavatan Partisi’nde gelen ciddi ve tecrübeli isimlerden oluştuğunu,  bu kadrolardan istifade edilmesi halinde güzel şeyler yapılabileceğini söylediler.
Genel Başkan Gültekin Uysal’a yapılan ziyarete, eski bakan ve milletvekillerinden Esat Kıratlıoğlu, Fethi Akkoç, Enver Turgut, Namık Aydemir ve GİK üyesi Doç.Dr. Mehmet Özdemir katıldı.

KADİM DP VE "ÖTEYE MEKTUP" MUAZZEZ AKIN


        Demokrat Parti ve Adalet Partisi eski milletvekili merhum Atıf Akın’ın eşi Muazzez Akın tarafından yazılan “ÖTEYE MEKTUP” isimli kitap Celal Bayar Üniversitesi Demirci Eğitim Fakültesinde düzenlenen muhteşem bir galada okurlarıyla buluştu. Galaya Demirci Kaymakamı Yalçın Sezgin, MHP’li Belediye Başkanı İhsan Temel, İlçe Emniyet Müdürü Rıza Akın, Demokrat Partinin duayen isimlerinden ve 2011 Manisa 1. Sıra adayı yazarın oğlu Naci Akın, DP İlçe Başkanı Mehmet Tandoğan, Siyasi Partilerin temsilcileri, meslek odaları, sendikalar ve birçok sivil toplum kuruluşları temsilcileri, daire amirleri, Celal Bayar Üniversitesi öğretim görevlileri ve çalışanları, öğretmenler, çok sayıda basın mensubu, kalabalık bir vatandaş topluluğu ile öğrenciler katıldı.
            Galadan önce Demirci’de kurulu Atıf Akın Kütüphanesinin banisi ve hamisi DESTİAD’ın (Demirci, Ekonomik, Sosyal, Tarihi ve İlmi Araştırmalar Derneği) 7. Olağan Genel Kurulu yapıldı. Genel Kurulda Naci Akın yeniden Genel Başkanlığa seçilirken, Rafet Evrensel, İlknur Bursalı, Mazhar Dede ve İsmail Derman yönetim kurulu üyeliklerine seçildiler.
            Genel Kurulun ardından “ ÖTEYE MEKTUP “ kitabının galasına geçildi. Moderatörlüğünü Celal Bayar Üniversitesi Demirci M.Y.O Müdürü Y.Doçent İsmail Taşlı’nın yaptığı toplantıda ilk olarak, kitabın yazarı DP ve AP Manisa Milletvekili Atıf Akın’ın eşi Muazzez Akın’ın üç ay kadar önce TRT HABER kanalında yayınlanan “Ömür Dediğin” isimli programının görüntüleri perdeye yansıtıldı. Gösterim esnasında bazı vatandaşların gözyaşlarını tutamayarak ağladıkları görüldü. Özellikle Muazzez Hanımın 27 Mayıs darbesinin olduğu gün ve sonrasında Yassıada günlerindeki yaşadıkları hadiseleri anlattığı bölümler izleyenlere duygulu anlar yaşattı.
           Gösterimin ardından kürsüye gelen DESTİAD Genel Başkanı Naci Akın kitabın hazırlanış sürecini ve kitabın içeriğinde yer alan demokrasi mücadelesinde yaşanları ve çekilen acıları anlattı. Naci Akın konuşmasında güncel olaylara da değinerek, özellikle çözüm süreci adı verilen sürecin 75 milyonun içine sineceği ve kabullenebileceği bir uzlaşma ile sonuçlanmaması halinde ülkenin çok daha vahim hadiselere gebe olduğunun altını çizdi. “Akın bazı endişeler taşıyoruz, her ne kadar içlerinde mesleklerinde başarılı insanlar da olsa bu mesele 49 kişilik bir topluluğun inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemlidir, akıl istiyorlarsa akıl bu kitabın içinde var, yaşanmış acı gerçekler var, demokrasi inancı var, barış özlemi var, hoşgörü var, aslında satır aralarında çözümün reçeteleri de var, bizi yönetenlerin, hangi görüşte olurlarsa olsunlar siyaset yapanların bu kitapta anlatılanlardan ibret almaları ve dersler çıkarmaları gerekir” dedi. Akın 1950-60 arasındaki Demokrat Parti döneminin, hiçbir ayrımcılığın olmadığı, Devlete karşı hiçbir silahlı kalkışmanın yaşanmadığı bir dönem olduğunu da vurgulayarak çözüm arayanların o döneme bakmaları gerektiğini söyledi.
            Naci Akın’dan sonra kürsüye gelen Belediye Başkanı İhsan Temel Akın ailesinin üç kuşaktır Demirci’ye ve Demirci halkına hizmet etmekten hiç vazgeçmediğini ve bundan memnuniyet duyduklarını belirterek, yazar Muazzez Akın’ı da tebrik etti.
            Demirci Kaymakamı Yalçın sezgin de konuşmasında darbelerin demokrasiye ve ülke kalkınmasına ağır hasarlar verdiğini ve bunları bil fiil yaşayan bir insanın yazdıklarından dersler çıkarmanın gerekliliğine vurgu yaptı.  Sezgin konuşmasında “ çok şükür ki artık bu ülkede darbeler dönemi sona ermiştir ancak bu tek başına yeterli değildir, hukukun da siyasallaşmasının önüne geçilmesi ve ülkenin tam olarak bir hukuk devlet şartları oluşması gerekir” dedi.
            Bu konuşmanın ardından “ Hatırla Sevgili” dizisi müzikleri eşliğinde bu gece için özel olarak hazırlanan ve Muazzez Akın ve eşi Atıf Akın’ın hayatından kesitler,  Demokrat Parti dönemi, 27 Mayıs darbesi ve sonrasına ait fotoğraflardan oluşan klibi izledik. Ardından da Muazzez Hanım sahneye gelerek okuyucularıyla buluştu.
            Moderatör Y.Doçent İsmail Taşlı’nın kitaptan okuduğu bazı pasajlar hakkındaki görüşlerini, kitabın ortaya çıkarılması fikrinin nasıl doğduğunu ve yaşanan bazı acı tatlı hadiselerin canlı tanığı olarak izlenimlerini ve görüşlerini anlattı. Muazzez Akın konuşmasında “Zor yıllar geçirdim, eşime o dönemin siyasetçilerine kötü muameleler, haksızlıklar yapıldı, milletin gönlüne taht kuran Başbakan ve iki bakanı haksız yere idam edildiler, bu acıları içimizde yıllarca sakladık. Eşim 17 yıl sonra silah zoruyla çıkarıldığı meclise milletin üstün iradesiyle yeniden girdi, bir anlamda darbecilerle milletin önünde hesaplaşarak haklılığını ispat etti. Onun gibi birçok arkadaşı da yeniden meclise girdiler. Bu acılar bir daha yaşanmasın, öç alma duygusuyla hesaplaşma olmasın, her şey hukukun içinde cereyan etsin, hukuk dışı yollara tevessül edilmesin, hesaplaşma milletin oylarıyla olsun, okuyanlar bunlardan dersler çıkarsınlar, gençler ibret alsın diye yazdım” dedi.
            Ardından Muazzez Hanım kitaplarını imzaladı. İmza esnasında uzun kuyruklar oluştu ve özellikle öğrencilerin ve gençlerin yoğun ilgi göstermesi geleceğimiz açısından bir umut ışığı oldu.