16 Eylül 2013 Pazartesi

16-17 Eylül;Zevkten dört köşe olanlar da vardı

Zevkten dört köşe olanlar da vardı

16 Eylül 2013, 08:21
Zevkten dört köşe olanlar da vardı
M.Latif Salihoğlu
Bundan 52 sene evvelki (1961) Eylül ayı ortalarında, Cumhuriyet tarihinin en büyük acısı, en büyük hicranı, en büyük hüsrânı yaşandı, meşhûr Yassıada’da.
Kendisi de aynı acıyı yaşayan şâir Faruk Nâfiz'in tâbiriyle, o bir avuçluk kara parçasında "Bir vatan derdi birikmiş"ti.
Zira, milletin hür iradesiyle iktidara gelen Demokratlar’a karşı darbe yapıldıktan (27 Mayıs 1960) sonra, 600’den fazla mazlûm vatan evlâdı tutuklanarak bu uğursuz adaya sevk edildi; aylar süren işkenceli, hakaretli duruşmalardan sonra da, önceden tasarlanmış olan vahşiyâne cezalar birer birer infaz edilmeye başlandı.
Bu sûretle, 1961 senesinin 15, 16 ve 17 Eylül günleri, demokrasi tarihimizin silinmez birer kara lekesi olarak kayıtlara geçti. O günlerde, hadiselerin seyri özetle şu şekilde gelişti:
Demokratların aylardır yargılanmış olduğu Yassıada Askerî Mahkemesi, 15 Eylül 1961’de maznunlar hakkındaki nihaî kararını verdi. 
Burada “Yüksek Adâlet Divanı” ismiyle kurdurulan uyduruk mahkeme, 15 devlet adamının idamına, 31 şahıs için müebbed hapse, 408 kişinin çeşitli hapis cezalarına çarptırılmasına ve 133 kişinin de beraatine karar verdi. 
Aynı gün, Millî Birlik Komitesinin de tasdik ettiği bu mahkeme bozuntusunun zalimane kararı, hiç bekletilmeksizin birer birer tatbik sahasına konuldu.
Hukuk adına yüz kızartıcı kararın infazı şu şekilde gerçekleştirildi: Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 16 Eylül’de, Başbakan Adnan Menderes ise 17 Eylül sabahı İmralı Adasında idam edildiler. Bu arada, diğer mazlûmlar da yurdun muhtelif şehirlerindeki hapishanelere gönderildi.
O tarihte yaşanan bu fecaat, milletin kalbinde öylesine derin yaralar açtı ki, dünya durdukça kapanması, yahut unutulması kàbil görünmüyor. 
Öte yandan, Yassıada'da o günlerde sadece adı geçen şahısların idamına karar verilmedi; aynı zamanda hukuk cinayeti işlenerek adâletin kendisi de boğazlanmış oldu. 
Mahkeme heyetinin başları üstündeki levhada "mülkün temeli" diye yazılı duran adâlet, ne yazık ki o hengâmede "zulmün kılıfı" olarak kullanıldı.
Evet, o günlerin Türkiye'sinde yaşananlar, kelimenin tam anlamıyla dayanılmaz derecedeki acı ve ıztırap yüklü "hüzün günleri"dir.
O hazin günlerin hicranlı bir tasviri
Marmara Denizini "bir mavi göz"e, Yassıada'yı ise, o gözdeki bir "elem ketresi"ne benzeten şair Faruk Nafiz Çamlıbel, Yassıada'nın o günkü hazin manzarasını da unutulmaz, unutulmaması gereken şu mısralarla resmediyor:
Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri; 
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada. 
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür; 
Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada.
Evet, o günlerin Yassıada'sında hakikaten bir vatan derdi birikmişti. 
Zira, 14 ayrı dâvâdan aylarca yargılandıkları halde cezayı gerektirecek bir tek suçu tesbit edilemeyen Adnan Menderes ve yüzlerce partili arkadaşına—önceden verilmiş kararlar gereği—insanlığa sığmayan cezalar kesiliyordu.
Öyle ki, uyduruk mahkemenin kararını bile beklemeden, oradaki mazlûmlara büyük bir iştahla hakaretli işkenceler yapılıyor ve bu işkenceler sonucu meydana gelen ölümlü vak’alara dahi zerrece aldırış edilmiyordu.
Demokrat camia, o günlerde dayanılmaz acılarla kıvranırken, bu vaziyetten keyif alan, hatta zevkten dört köşe olacak derecede sevinenler de vardı.
Meselâ, İsmet Paşa, onun damadı ve aynı zihniyette bulunan partidaşları.
Metin Toker’in sahibi olduğu Akis dergisi, mahkemeden önce Menderes’in üzerini çizmiş ve bunu sevinçle okuyucu kitlesine takdim etmişti.
Berin Hanımın yaşadıkları
Bir yıldan fazla süren kahır ve çile yüklü Yassıada günleri, 27 Mayıs (1960) darbesinden hemen sonra, yani Haziran ayının daha ilk yarısında başlamıştı. 
İşte, çileli ayların o ilk günlerinde mazlûm başbakanın cefakâr eşi Berin Hanımın 13 Haziran 1960 tarihli mektubunda Adnan Menderes'e hitaben yazmış olduğu ifadeler: 
"Adnancığım. Üç gündür senden bir haber alamadığım için çok meraktayım. İki gündür gazeteler Yassıada’ya götürüldüğünü yazıyor, fakat katiyetle bir şey öğrenemediğim için büyük üzüntüdeyim. 
"Buradayken, her gün senden el yazınla tezkere alıyor, seviniyorduk. Bugün posta ile mektup gönderebileceğimizi söylediler. Hemen bir telgraf çektim. Senin de bana telgrafla sıhhatini bildirmeni rica ederim. 
"Akşam gazetesinde senin bana çektiğin bir telgraf yayınlandı. Fakat bana böyle bir telgraf gelmedi. Daha doğrusu Ankara’dan gittikten sonra, hiçbir mektup ve telgrafın gelmedi. Bu merak beni harap ediyor. İnşaallah sıhhattesindir ve haberini alır sevinirim." 
Bu sözlerin sahibi, daha iki hafta öncesine kadar Türkiye'nin mukadderatında söz ve irade sahibi olan seçilmiş bir başbakanın hanımıdır... 
Ne acı, ne hazin bir durum, değil mi? 
Esasında, bundan çok daha hazin bir durum da şudur: İhtilâl günü yakalanıp gözetim altına alınan başbakanın aile efradı, Başbakanlık Konutundan kapı dışarı edilir. Berin Hanım, bu durumda ne yapacağının şaşkınlığı içinde, Adnan Beye şu satırları yazarak bir fikir ister: 
"Köşkü tahliye etmemiz lâzım. Bana ne tavsiye edersin? Acaba bir apartman katı mı aratayım? Yoksa İzmir veya Aydın’a mı gideyim? Bir fikir verirsen çok sevineceğim. 
"Artık ne kadar yalnız kaldığımı tahmin edersin. Aydın’ımla beraber her an sana, sıhhatine duâ ediyoruz."
İlk mektuba cevap
Yassıada'ya götürülen Adnan Menderes'ten gelen ilk "sıhhat haberi"ne karşılık olarak, fedakâr eş Berin Hanım şu cevabî mektubu yazar: 
"Yassıada’dan ilk sıhhat haberini gece aldık. Ne kadar sevindik bilemezsin. Buradayken her gün haberini alıyorduk. Meğer benim için ne büyük teselliymiş. Dört gündür habersiz kalınca adeta harab olduk. 
"Gazetelerde geceyi gömlekle geçirdiğini öğrenince çok üzüldüm. 
"Neyse... Çamaşır, para göndereceğim ama, nasıl bilemiyorum. İsteğini bana hemen yaz. Aydın, bana büyük destek oluyor yavrucak. Her an sana duâ ediyoruz. Sıhhat ve selâmetle bize seni kavuşturması için Allah’a yalvarıyoruz."
Yassıada’da gördüğü işkenceler neticesi vefat eden mazlûmlara ve dârağacına gönderilerek idam edilen şehit Menderes ve arkadaşlarına bizler de Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyoruz.

 
Darbeden ve idamlardan sonra Demokratlar kan ağlarken, yaşanan acıdan sadistçe zevk alanlar da vardı. İsmet Paşanın damadı 
Metin Toker’in çıkarmış olduğu Akis dergisi, mahkemeden önce Menderes’in üzerini 
çizerek taraftarlarına neşe dağıtıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder